Martı dergisinde yayınlanan yazılarımdan bir tanesi.
Cumartesi, Temmuz 09, 2016
Bazen Bir “Tık” Sesi, Bir Hayat Kurtarabilir
Özerk Benlik Kul Benlik
Bir kitap okurken, içinde tavsiye edilen başka bir kitabı
hemen okunacaklar listeme alırım. Prof.Dr.Orhan Öztürk’ün “Özerk Benlik Kul
Benlik” kitabını da başka bir kitap okurken fark etmiş ve satın alınacaklar
listeme almıştım.
Ergenlik çağımdan itibaren Türkiye’deki sosyal yapıya,
insanımızın davranış biçimlerine ilgi duydum. Bunların sebepleri üzerine
okudum, düşündüm, bilgisi olduğunu düşündüğüm insanlarla istişare ettim.Bu
konularda ufkumu açan üç kitap öne çıktı; biri Halil İnancık hocamızın Devlet-i
Âliyye, Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni ve şu anda tanıtımını yaptığım
Özerk Benlik Kul Benlik adı kitaplar. Bunlar ömrümün sonuna kadar başucumda
kalması gerektiğini düşündüğüm kitaplar.
Prof.Dr.Orhan Öztürk Ankara Üniversitesi, Ortadoğu Teknik
Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmış bir duayen. Türk
Psikiyatri Derneği kurucu başkanı, Dil Derneği üyesi, Amerikan Psikiyatri
Birliği muhabir üyesi.
Orhan Hoca 60 yıllık hekimlik deneyimini 200 sayfalık bir
hazineye çevirmiş. Kitap, Okuyan Us yayınlarından çıkmış. Yazar, iyi derecede
İngilizce bilmesine rağmen Türkçe terimlerle yazmaya özen göstermiş. Derin
bilgi birikimini sıradan bir vatandaşın anlayacağı sadelik ve berraklıkta
okuyucuya aktarmasını becermiş.Okuyucu, aynı zamanda yeni kelimelerle de
karşılaşıyor kitapta, örneğin “bilseme”. Öğrenmeye meraklı olmak şeklinde açıklayabileceğimiz
güzel bir kelime.
Yazar, bilseme(merak), keşfetme duygusunun çocukta doğuştan
itibaren var olduğunu, bunun bir biyolojik temelli dürtü olduğunu ancak çevre
ve aile tarafından baskılarla öldürüldüğünü ve kul benlik oluşturulduğunu
kanıtlarıyla sunuyor.
Einstein bilsemeyi küçük bir narin bilgiye benzetirmiş, bu
bitkinin en önemli gereksiniminin “uyaranlar ve özgürlük” olduğunu ifade
edermiş.
Kul benliğin Osmanlı Döneminde etkilerinden de örneklerin
verildiği kitapta, matbaanın 277 yıl sonra ülkemize gelmesine rağmen, 20 yılda
sadece 17 kitap basıldığı da yazılmakta.
Diğer yandan Türkiye’de çok az işlenen bir konu, sünnet ve toplumun
yüklediği anlam, bunun etkileri, benlik oluşumunda etkileri çok çarpıcı bir
şekilde aktarılıyor. Kadına şiddetin kökenlerinde bu kul benlik yapısının
yattığı çok net olarak örneklerle anlatılıyor.
“Kişi üstbenliğine
ters düşen bir eylemde bulunduğunda suçluluk hisseder. Suçluluk duygusu özerk
üst benlik göstergesidir. Ortalıkta kimse olmasa bile kişinin kendi içinden
gelen bir duygudur. Utanç duygusu ise başkalarının yanında yaşanan, henüz
benliğe mal edilmemiş değer yargıları karşısında algılanan bir duygudur.”
Orhan Öztürk, toplumun önemli bir kesiminin kaytarabildikleri
sürece kuralların dışına çıkmaktan çekinmediğinden, kendiliğinden
içselleştirilmiş değerlerin oluşmamasının bunun sebebi olduğunu belirtiyor.
Dolayısıyla bu tür özerklik kazanamamış bireyler bağımlı üstbenlikleri
sebebiyle otorite karşısında emir kulu olmakta, yekte(otorite) olmadığı
durumlarda başıboş ve sorumsuz davrandıklarını belirtmektedir. Bu gizli
hazineyi kaçırmamanızı öneririm.
Mezeleri Güzel
Erdem Aksakal bir beyaz yakalı. Yazılarını ilk olarak Ot
dergide okuduğum yetenekli yazarın ilk kitabı Ot Kitap’tan piyasaya çıktı.
Toplam 157 sayfadan oluşan kitabın dili çok renkli. Sıcak satırlar sizi bir
anda konunun içine çekiveriyor. Bir de, siz de beyaz yakalı bir çalışansanız,
“Bu kadar mı benzer olur herşey” diyerek hem hayret ediyor, hem de içten bir
kahkaha patlatıyorsunuz.
Aksakal 1980 doğumlu bir genç yazar. Üst düzey bir beyaz
yakalı olan Aksakal, plazalarda çalışan kesimin kendini beğenmiş tavırlarını
çok güzel hicvediyor. Kitabının başında; “Kariyer adlı mazotla çalışan, insan
suretindeki makinelerden bahsedeceğim” diyerek okuyucuyu bir anda konunun içine
dahil ediveriyor.
Beyaz yakalıların işçi olmasına rağmen bu gerçeği reddeden,
kendisini patron zanneden acayip bir zümre olduğundan dem vuruyor. Aslında
kitabın bir anlamda, beyaz yakalıların kötü çocuklar olmadığını ispat etme ve
verilen gazı kolayca yuttuğunun hesabını verme çabası olarak nitelendiriyor.
Plazalarda görünen ve renkli olarak zannedilen yaşamın gerçeğinde bir beyaz
yaka gibi renksiz ve soluk olduğunu adeta yüzünüze çarpıyor.
Satır aralarında şiirsel anlatımlar aynı zamanda felsefik
bir derinlik de katıyor kitaba. “Ayna kaplı olması tesadüf değil plazaların.
Hem havalı görünür hem de aynalar –Kendini ancak bu binanın dışındayken
tanıyabilirsin- der.”
Bazen de yumuşak bir fiske atıyor okuyucunun yüzüne yazar; ”
Zaten orta halli bir şirketteki finans müdürünün, pazarlama şefinin lider mider
olmadığını aptallar bile bilir” deyiveriyor.
Network denilen sihirli kelimenin, ilişkiler ağının nelere
kâdir olduğunu açık örneklerle anlatıyor, hem de pek sıcak örneklerle beziyor
cümlelerini. Kendini çaresiz hisseden beyaz yakalının dertlerini söylenerek yok
etmeye çalıştığından bahsediyor.
Oysa Türk Milleti’nin genel karakteristiğidir söylenmek. Zûl
gelir bize söylemek, şikayeti bildirmek.Hem belki yandaş bulamayız söylerken,
ama destekçi, onaycı buluruz söylenirken.
Kitaba adını veren beyaz yakalının harika mottosunu ise
şöyle yazmakta Aksakal; “Sen, aslında meyhaneye giderken parayı iki şeye
veriyorsun, yemek ve ortama. Eh, meyhane bir bar ya da klüp olmadığına sadece aynı masada
oturduğun insanlarla muhatap olduğuna göre, ortamdan sana ne ? “ Şovunu
yapabileceğin tek alan kalır, yemek. Beyaz yakalı bu denklemi aylar yıllar önce
kurmuş ve değişmez kriter aklına kazınmıştır;
“Mezeleri güzel mi?”
Bu neşeli, çarpıcı kitabı özellikle beyaz yakalıların
okumasını tavsiye ediyorum. Pişman olmayacaksınız.
İnsan Mühendisliği
Kişisel gelişim, iş kitapları son yıllarda ülkemizde oldukça
yaygınlaştı. Özellikle liderlik, yöneticilik, koçluk, mentorluk adı altında
neredeyse her hafta yeni birkaç kitap piyasaya sürülüyor. Bu kitapların öncüsü
mühendis Nüvit Osmay’ın 1968 yılında ilk basımı yapılan “İnsan Mühendisliği”
kitabı.
Osmay, 1910 doğumlu bir Cumhuriyet alevi. Almanya’da makine
mühendisliği eğitimi almış, kaynak mühendisliği üzerine de ihtisas yapmış. Tam
37 yıl Devlet Demiryolları’ndan mühendis olarak görev yapmış. 1969’da emekliye
ayrıldıktan sonra, TÜBİTAK’ın meşhur “Bilim ve Teknik” dergisinin editörlüğünü
1980 yılına kadar yapmış. Bilimin bu kadar hor görüldüğü bir coğrafyada
derginin tirajını 15 binden 90 bine çıkarmayı başarmış.
Kitabın başında Spinoza’nın anlamını hâlâ koruyan sözü sizi
karşılıyor;” İnsan için kıymetli olan şey gene insandır” . Kitap ilk olarak
“İnsan ve Mühendis” adıyla piyasaya çıkmış. Mart 2008’de Alfa Yayınları tekrar
basmaya karar vermiş ve bu yılın Temmuz ayına kadar da 25 baskı yapmış. 558
sayfalık bu mücevher sizin gözünüzü korkutmasın, okumaya başladıktan sonra
adeta bir su gibi akıyor. Kitap 4 ana bölümden oluşuyor; 1. İnsan, çevresi ve
işi 2.İnsan amir rolünde 3.İnsan lider rolünde
4.İnsan ve eğitim. Aslında her bölüm ayrı bir kitap konusu. Hepsi
derinlikli ve bütünsel br anlayışla yazılmış.
Osmay, “İnsanı insan yapan, okuldan sonra edindiği
bilgilerdir” diyen yaşam bilgesi. 1964 yılında Halkevleri Genel Merkezi’nde
D.K.D (Düşün, Konuş, Dinle) isimli topluluk önünde konuşma kursları başlatıyor.
Amerika’da iken ünlü Dale Carnegie ile tanışmış, orada tüm kurslarına katılmış
ve öğretmen sertifikası almış bir vizyoner insan, bir girişimci.
Kitabını harika bir içerikle sunan Osmay, her bölümde ünlü
düşünür, devlet adamı ve felsefecilerin de sözlerini konuları destekleyici
olarak kullanmış. Yaptığınız işi tutku, heyecan, analitik düşünerek, insanı ön
planda tutarak yapılmasını öneren yazar bitmeyen bir merak ve vatan sevgisini
de satır aralarında kullanmış.
Kitabın birçok bölümünde sanki günümüzü tarif eden pasajlar
görülmekte. Aşağıdaki ayırım okuyanlara tanıdık gelecektir.
Örneğin; “Tolerans” adını verdiği bölümde taasubu 4’e
ayırıyor Osmay;
1.
Cehaletten doğan taassup(bağnazlık)
2.
Menfaatten doğan bağnazlık
3.
Alışkanlıktan doğan bağnazlık
4.
Korkudan doğan bağnazlık
Harika sözlerle de kitabın sayfalarını beziyor;
“Ne kadar az
bildiğimizi anlayabilmek için ne kadar çok şey bilmemiz gerektiği ne kadar
gariptir. Cahil olduğunun farkına varmak bilgiye doğru atılmış büyük bir
adımdır.” Disraeli
“Öğretimin sırrı,
öğrenciye saygı duymadadır.” Ralph Waldo Emerson
“Benim hayat tecrübeme
göre hiç kusuru olmayan insanların hiç erdemleri yoktur.” A.Lincoln
Bu kitabı mutlaka kitaplığınızda bulundurun, hem kendiniz
hem sevdikleriniz için.
İncir Kuşları
2011 yılında eşim, o zamanlar altı yaşında olan kızım ve kayınvalidemle,
anne tarafından ailemizin köklerinin dayandığı
Saraybosna’ya bir seyahat yapmıştık.Rahmetli büyükbabamın doğduğu,
delikanlı çağlarında ayrıldığı, zaman zaman hasretle, özlemle anlattığı
topraklara gitmek beni çok heyecanlandırmıştı. Seyahatimiz Nisan ayının bir
güneşli gününde başladı ve dört gün sürdü. Heyacan, merak, çoşku, hüzün tüm
duygular içimde kıpır kıpır birbirine karışıyordu.
1990’lı yılların ortasında korkunç bir savaşla kıyıma
uğrayan güzel insanlarımın, duygudaşlarımın, kandaşlarımın, soydaşlarımın
vatanı Bosna. Kaldığımız dört gün bizi ailece çok etkiledi. Çünkü hâlâ, savaşın
derin izleri insanların yüzlerinde okunabiliyordu.
Bosna savaşının olduğu yıllarda yirmili yaşlarımın
başındaydım. Patlamaları, katliamları
TV’de izler, gazetelerde okurken adeta kanım donuyordu. Saraybosna’daki pazar
yeri vahşeti bugün bile gözlerimin önündedir. Yıllar sonra, katliamının olduğu
yeri ziyaret ederken hep o görüntüler aklımdaydı. ( Pazar yeri hâlâ pazar
olarak kullanılıyor) . Her ne kadar duygulansanız da, tarifi imkansız kızgınlık
duysanız da Saraybosna’ya gitmeden oradaki hüznü kelimelerle anlatmanız mümkün
değil. O sadece yüreğin derinliklerinde hissedilebiliyor. Bu seyahatten bir yıl
sonra yine yollara düştük, Bosna yine bizi çağırıyordu. Elemi, kederi, hasreti,
misafirperverliği, mertliği, direnmeyi bize hissettirmek için yine bizi
bekliyordu. Kırmadık bir kere daha gittik.
Bir kitap tanıtımı için uzun bir giriş olabilir ancak bunu
yazmamdaki amaç bendeki Bosna hakkında farkındalığın hangi seviyeye çıktığı,
bana nelere hissettirdiği hakkında biraz olsun fikir vermekti.
Seyahatlerimizden sonra Bosna hakkında elime ne geçerse okudum. En çok
etkilendiğim kitaplardan biri de Sinan Akyüz’ün Bosna Savaşı’nda geçen gerçek
bir hikayeyi anlatan “İncir Kuşları” romanı oldu. 2012 yılı Şubat ayında ilk
baskısı yapılan bu güzel kitap, aynı yılın Aralık ayına geldiğinde 20.
baskısını yapmış. Alfa yayınlarından çıkan 328 sayfalık bu “inci” kitap
okuyucudan da hak ettiği ilgiyi görmüş.
Roman, Boşnak kızı Suada’nın hüzünlü, acı dolu gerçek
hikayesi. Her savaşta olduğu gibi, bunda da en çok siviller zarar görmüş.
Suada’nın yaşadığı travmayı, acıyı anlatacak kelimeleri ben bulamadım ancak
Sinan Akyüz bu duyguyu okuyucularına çok güzel aktarmış. Zaman zaman
gözyaşlarınız sayfaları ıslatabilir, boğazınıza bir yumruk tıkanırken, içten
içe ürperebilirsiniz. Akyüz, bu romanı ile beni adtea kendine müptelâ etti.
Romanda savaşın ana çıkış sebebi olan Sırp milliyetçiliğinin
I.Kosova Savaşı’na dayandığı da anlatılıyor. Her iki tarafın korkunç kayıplar
verdiği savaştan sonra I.Murat’ın ; “Allah
bana bir daha böyle zafer göstermesin” dediği rivayet ediliyor. Bu savaş
bir dönüm noktası olmuş, yüzyıllardır bu yenilginin intikamıyla yanmış Sırp
milliyetçiler.
Kitapta Akyüz zarif betimlemeler ve tespitler yapıyor. “Bir
kadının saf güzelliği, sabah yataktan kalktıktan sonra belli olurmuş”
derken, bir başka bölümde aşk ile ilgili “Gönül
ağız açınca, dil konuşmaz olur, susar” diyerek arada okuyucuya nefes
molaları veriyor.
Sinan Akyüz günümüz çok okunan ve başarılı romancılarından
biri. Bosna dramını anlattığı çok acıklı, hakikatli, keder dolu romanı okunmayı
hâk ediyor.
Savaşsız, çocukların alabildiğine güldüğü, aydınlık bir
dünya hâyâli ve duasıyla.
80 sayfaya 250.000 pound ve İnci gibi dişler
Zadie Smith, 1975 doğumlu, Jamaika asıllı bir İngiliz kadın
yazar. Smith bu romanının müsveddesini yayınevine götürdüğünde 250.000 pound,
evet yanlış okumadınız, ikiyüzelli bin pound avans almayı başarmış. Aslında bu
bilgi bile bu kitabın ilgi çekmesini, bu yüzden okunmayı hâk ediyor.
Aslında yayınevi de bu alışverişten oldukça kârlı çıkmış.
Kitap piyasaya çıkar çıkmaz hem İngiltere’de hem de dünyada büyük başarı
kazanmış. 2000 yılında Guardian gazetesinin “En iyi çıkış” ödülünü bu kitapla
kazanan Smith, bir çok yazarın gıpta ile seyrettiği bir sükse elde etmiş. Ünlü
romancı Julian Barnes bu roman için; “Bir romancı olarak, içimi kıskançlık
ateşi kavuruyor” demiş.
Beni bu romana bağlayan etkenler romanın geçtiği ortam olan
Londra’nın kenar mahalleleri ve karakterlerdi. Benim de yaklaşık 20 yıl evvel o
mahallelerde yaklaşık altı ay dil kursu için yaşamam, o havayı teneffüs etmem,
roman karakterlerini yakın ve tanıdık bulmam bunda etkili olmuş olabilir.
Smith, bu kenar mahallelerde çok renkli karakterler sunuyor
bizlere. Roman adeta bir eğlence ve şölen tadında akıp gidiyor. Farklı
insanların, renklerin, geleneklerin, kültürlerin, dinlerin, çatışmaların,
kaynaşmaların, insana ait ne varsa bu romanda kıvamında bulunuyor. Zadie’nın
stili adeta tadı damakta bırakan bir lezzet şöleni.
İnci gibi dişler romanının dizi hakkını BBC 5 milyon sterlin
karşılığında satın aldığını söylersek ne kadar büyük bir başarı elde ettiğini
bir kez daha tescil etmiş oluruz.
Everest yayınevinden Mefkure Bayatlı çevirisi ile piyasaya
çıkan kitabın iki boyu piyasaya verilmiş. Benim okuduğum cep boyu 608 sayfadan
oluşuyor. Sayfa sayısı okuyucuyu korkutmamalı, çünkü zevkle okunan bir roman.
Smith kitabını yerinde felsefi dokunuşlarla
zenginleştiriyor;
“En zor şey dünyaya gelmek,bunu başardıktan
sonra sorun yok”
“ Boşanma budur işte;
artık sevmediğin insanlardan istemediğin şeyleri geri almak”
“Bir inançtan
kurtulmak, tuz elde etmek için deniz suyunu kaynatmaya benzer.Bir şey elde
edilirken, diğeri yitirilir.”
“Clara’nın inancı
gelgit suları gibi çekilivermişti ve Archie, tesadüf eseri fıkradaki adam
oluvermişti; yeryüzündeki son erkek. ”
Alfred Archibald Jones ile Samet Maya’nın 2.Dünya Savaşı
sırasında başlayan kader arkadaşlığı ve dostluğunun Londra’da sarsılmaz bir
güvenle sürmesi, evlenmeler, doğumlar, çocuklar, maddi zorluklar, inançlar ve
müthiş renkli bir arka plan. Ve müthiş bir final.
Zadie Smith’le tanışın, diğer kitaplarını da merakla
bekleyeceksiniz.
Smith’in romanı ile beni tanıştıran Cemal Tunçdemir’e içten
teşekkür etmek isterim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)