Pazartesi, Ekim 22, 2018

Bedel

Bedel hakkında herkesin farklı bir tanımı olabilir. Benim sevdiğim tanımı ise, “istenen sonuç için sebep/ler oluşturmak” tır. Bu tanımı ben yapmadım ancak çok da içime sinen bir açıklama oldu.
İnsan, bu küçük mavi gezegende, kısa hayat boyunca bir çok bedel öder. Modern çağla birlikte sosyal sınıfların oluşması ödenen bedellerin farklılığını ortaya çıkarmıştır.
İnsan kadim öğretilerden bu yana denenmiş, kabul edilmiş soyut yasalara göre bedel ödediği şeye daha çok önem verir, bir nevi ona düşkünleşir. Bedel ödeyen kişi ise olgunlaşır ve ödediği şeyin değerini bilir. Öte yandan bedel alan kişi ise maalesef “nankör” leşir. Örneğin, ödevlerini yapabiliyorken bir öğrencinin ödevini ebeveyninin yapması, buna karşılık o öğrencinin cep telefonunda oyun oynaması ebeveynin ödediği bir bedeldir ve bu devam ettiği sürece çocukta bu yönde bir beklenti oluşacak, devamında ödevleri anne babasının yapmasını bekleyecektir. Bununla beraber çocuk ödevlerini kendi yapmadığı için gelişemeyecek, kısır döngü büyüyerek içinden çıkılmaz bir hâl olacaktır.
Yetişkin eğitimlerinde kabul gören bir orana göre kişinin 100 birimlik gelişimine ancak 10 birimlik katkıyı eğitimler, çalıştaylar, atölyeler sağlarken, 20 birimlik katkıyı mentörler, ustalar, 70 birimlik ana katkıyı ise “zor işler” olarak tabir ettiğimiz işler sağlamaktadır. Yani bir başka deyişle kişinin en çok bedel ödediği işler kişiye en çok katkıyı yapmaktadır. Bu sayede öğrencinin (çocuk ya da yetişkin)  marifeti gelişirken kişi “başarı binası” için tuğlaları örmeye başlamaktadır. Bedel ödemeden gerçek bir toparlanma maalesef olmamaktadır. Bedel ödediğinin farkında olmayanlar ise bu bedeli tekrar tekrar ödemektedirler. Hayatında bedel ödeyenler güçlenirken, bedel alan güçsüzleşmektedir. Hayat bir nev’i bedel ve karşılığı üzerine kurulmuştur.
Uykusuz kalmak, yorulmak, sabırlı davranmak, zaman harcamak bedele örnek olarak verilebilir. Batı’da yapılan ve dilimize “lokum testi” (marshmallow) olarak çevirilen deneyde bir grup küçük çocuğa şu önerilmektedir; önlerine konulan lokumu 15 dk boyunca yemeden dayanabilirlerse ikinci lokumu hâk edeceklerdir. Doğal olarak çocukların bir kısmı lokumu hemen yemekte, bir kasımı da -zor da olsa- 15 dk dayandıktan sonra ikinci lokumu hâk etmektedirler. 
Testin bundan sonraki süreçleri çok ilginç bulgular göstermektedir. Hazzı erteleyebilen çocuklar okul ve iş hayatında çok daha başarılı sonuçlara imza atmaktadırlar. 15 dk boyunca bekleyerek bedel ödeyenler hayatlarının sonraki dönemlerinde çok daha başarılı olmuşlardır.

Hayatta ödediğimiz bedelleri bizim gelişim fırsatımız olarak gördüğümüzde bambaşka, renkli, bereketli kapılar açılabilmektedir.

Cumartesi, Ekim 06, 2018

Sürgün

II.Abdülhamit’in Yıldız Sarayı Yılları ve Selanik Sürgünü

Turan Akıncı 1952 doğumlu, doktorasını Almanya’da yapmış emekli bir işadamı. Hayatının bu döneminde de aktif olarak üretmeye devam etmiş. Son yıllarda üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan Osmanlı Hükümdarı olan II.Abdülhamit hakkında ayrıntılı bir çalışma yapmış ve bunu bir kitap haline getirmiş. 
Kitap Remzi Kitabevi’nden 2017 yılında çıkmış, kaynakça dahil 255 sayfa. Kitaptan altını çizdiğim bilgileri okuyucu ile paylaşmak istedim. Neler olmuş neler bu sürede ;
II.Abdülhamid toplamda 33 yıl hüküm sürmüş.
Meclis kararıyla ve İstanbul dışına sürgüne gönderilen ilk padişahmış.
Kitaba ve okumaya meraklı olduğu biliniyor, özellikle polisiye romanlarına karşı özel bir ilgisi varmış, kütüphanesinin önemli bir bölümü bugün İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler bölümünde bulunuyormuş. Hatta Osmanlı Büyükelçileri kendi ülkelerinde çıkan polisiye romanları satın alır, Yıldız Sarayı’na gönderirlermiş.
19. YY padişahlarının hepsi gibi II.Abdülhamit de opera, tiyatro ve müziğe çok meraklıymış ve Yıldız Sarayı içinde bir tiyatro yaptırmış, bununla beraber Hünkar’ın at, silah ve kuşlara merakı da varmış.
Abdülhamit’in iyi bir marangoz olduğu ve sarayda kullanılan bir çok mobilyayı bizzat yaptığı kaynaklarda belirtiliyormuş.
Hünkar özellikle Türk devlet okullarından ve Mülkiye’den birincilikle mezun olanları saraya alır ve hizmetinden faydalanırmış, bu kişiler başarılı olduklarında önleri açık olurmuş.
Vesveseli ve kuruntulu olan padişah saray çalışanlarının fotoğraflı dosyasını (o dönemde) bulundururmuş.
Hünkar cuma selamlığı dışında saraydan pek çıkmazmış.
Sarayda öğle yemekleri saat 11’de, akşam yemekleri saat 17’de yenirmiş.
Kahve içmeyi seven hükümdar bazen günde 6-7 kahve içtiği olurmuş, içtiği kahve de Yemen kahvesi olup sade pişirilirmiş. Bazen kahvenin yanında sigara da içtiği olurmuş.
Padişah devlet işleri için başkatip, ikinci katip ve nöbetçi mabeynler dışında kimseyle pek görüşmezmiş.
İsmet Bey, her akşam yatmadan önce hünkara kitap okurmuş.
II.Abdülhamit berberine traş olmasına rağmen, sakalını mutlaka kendisi keser ve boyarmış.
Selanik’e sürgüne gönderilirken korumasını sağlayan ekibin başında Fethi Bey (Okyar) varmış.
Selanik’te sürgünde 3 yılı aşkın bir süre kalırken “Allatini” Konağında kalmış, bu yapı halen ayakta olup Yunan Devleti tarafından kullanılıyormuş.
Tahttan ayrıldıktan sonra yapılan incelemeler, araştırmalarda Padişah’ın sarayda büyük miktarda nakit ve mücevher bulundurduğu, yabancı bankalarda nakit ve tahvil, hisse senedine sahip olduğu tespit edilmiş. Bunların büyük kısmı tekrar devlete kazandırılmış. Buna rağmen saray harcamalarından kalan borcu ödemeye yetmemiş.
İmparatorluğun dağılma sürecini fark eden ve kurtuluşu Halifelik ve Panislamizm ‘de gören padişah gerici kısma hep yakın durmuş.


Daha bir çok ayrıntılı ve akıcı bilginin bulunduğu bu kitabı tarih severlere ve bugünü daha iyi anlamak isteyen okuyuculara tavsiye ediyorum. 

Cuma, Mayıs 25, 2018

Sofya’da Mustafa Kemâl’imizin izinde

Sofya, adını Azize Sofya’dan alan Bulgaristan’ın başkenti. Vitoşa dağları eteklerinde bir ovada kurulan şehirde, Mayıs ayında, çiçek ve ıhlamur kokuları içinde modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemâl’imizin izlerini sürdük.1913 yılı Ekim ayında Askeri Ataşe olarak Sofya’ya gelen Ata’mız, daha 32 yaşında, başarılı bir subaydır. 

Aslında bu görevin, biraz da, onu gözden uzak tutmak isteyenlerin verdiği bir vazife olduğu yazar bazı kaynaklarda. Zirâ genç subay Mustafa Kemâl zeki, başarılı olduğu kadar muhalifleri de olan bir kurmaydır. Mustafa Kemâl’in Sofya’da göreve başladığı yıl Osmanlı-Bulgar ilişkileri açısından da son derece zorlu yıllardır. Paşamız o yıllarda da Sofya elit çevresinde ilgi çeken bir subaydır. Onun çekim gücüne kapılanlardan biri de General Kovaçeva’nın kızı Miti Kovaçeva’dır. Miti, İsviçre’de öğrenimini tamamlamış, Sofya’ya geri dönmüştür. İlişkileri, bir davette “Mavi Tuna” valsiyle başladı, Boris Parkı ve Bulgaria Pastanesi’nde buluşmalarla devam etti.

Perşembe, Mart 15, 2018

Bahar

Beş yıl oldu, Arap kızı geleli. Bahar demişlerdi, bir hevesle başlamıştı her şey. Özgürlüklere kavuşabilecektik. Olmadı, olamadı. Bir gece ansızın kulağımızda patlayan bombayla kalktık. Karım, kızım ve yıkıntı altında kalan anam. Nasıl kaçtık oradan bir eşyamızı bile almadan. Gece boyu yürüyüş. Türkiye sınırı. Parasız pulsuz, yollar, sefillik, insana bir pislikmiş gibi bakan gözler. Türkiye’den botla geçmeye çalışırken Yunan devriyesinin batırdığı botumuz. Dostlarım can veriyor şişme botta, vücutları şişiyor ama. İnanamıyorum, bakıyorum, bakıyorsun. Gece soğuğunda bir titreme alıyor suda herkesi., sabah aydınlığında karaya vurduğumuzda bizleri fırına sokacak gibi sarıyorlar folyo filmlere. Oysa vücudumuz değil sarılan, serçe ruhumuz.
Dört yıl mülteci kampı. Fakirlik, şiddet, her şeyden kötüsü umutsuzluk. İşte o en çok bana kıyan.
Savaş bitti, evimize dönecekmişiz diyorlar. Evim kaldı mı benim? Oyuncak dükkanım. Anamın, yıkıntılar arasında kalan bedenini bile çıkaramadım. O havayı teneffüs etsem boğulur muyum? Hatıralarımı canlandırabilir miyim? Tanrı bize yaşattığı bu cehennemi cennete çevirmemize müsaade eder mi?
Bilmeyi ne çok isterdim.