Pazar, Ocak 23, 2022

Bilgide olağanüstü artış beni neden strese sokuyor?

Güney California Üniversitesi’nden Dr Martin Hilbert ve ekibi çok ilginç bir araştırmaya imza atmışlar. Günümüzde bir kişinin maruz kaldığı bilgi bombardımanını 1986 yılıyla kıyaslamışlar. Ortaya kısmen tahmin edebileceğimiz ancak rakamı duyunca bizi şaşırtacak bir sonuç çıkmış. O dönemde  bir kişi ortalama 2,5 gazete sayfası uzunluğunda günlük bilgiye maruz kalırken bugün bu rakam 174 günlük gazetedeki dataya eşdeğer bir sayıya ulaşmış. 

Dr. Hilbert bundan 100 yıl evvel ömrü boyunca 50 kitap okuyabilen insanların şanslı sayıldığı çağdan günümüze gelindiğinde çocuk yaşta yüzlerce film seyreden kuşakların yetiştiğine dikkat çekiyor. (Bu durumda 100 yıl evvel hayatı boyunca 4.000’e yakın kitap okuyan Mustafa Kemal Atatürk’ün de biz kez daha ne olağanüstü bir iş başardığını idrak ediyoruz)

Peki bu olağan dışı büyüme insan beynini nasıl etkileyebilir? Uzmanlar insan türünün uyum sağlamada en başarılı türlerden biri olduğu konusunda hemfikir. Ancak evrimsel gelişim aynı hızda ilerlemediği için zaman zaman aksaklıklar olmuyor değil.

Bu kadar çok veriye maruz kaldığımız andan itibaren yaşanabilecek problemleri şunlar olarak sıralamak mümkün;

  • Bu data bombardımanında bilgileri zihinde sınıflayamamak, anlamlı bir çerçeveye oturtamamak,
  • Alınan bilginin doğruluğunu test etme olasılığının düşmesi,
  • Aşırı veri yüklemesi ile verilerin arasında bağlantı kuramamak ve bunun zihinsel yüke dönüşmesi,
  • Bir şeyleri kaçırıyor muyum endişesi ile zihinsel ve ruhsal güçlükler yaşanması,
  • Datanın bolluğu sebebiyle karar verme süreçlerinin uzaması ve harekete geçilememesi,
  • Beynin doğal yaklaşımından dolayı yakınlarımızdan elde ettiğimiz veriyi süzmeden doğru kabul etme yatkınlığımız,
  • Eksik kalan bilgileri zihnimizden alışkanlıklar ve paradigmalarla tamamlama olasılığımız.

İş hayatında kiminle konuşsak yoğunluktan ve her işin acil olmasından şikayet ediyor. Yoğunluk hissine bu büyük bilgi dağı, sebep olabilir mi? Bütünü olmasa bile, önemli bir parçası olması mümkün.

Peki bu işin sonucu nereye varır? Bunu kestirmek pek mümkün değil. Ancak şunu öngörmek mümkün. Tabii ki, evrimsel kuram gereği buna ayak uydurabilen kişi ve toplumlar ön plana çıkacak. Ayak uyduramayan birey ve cemiyetler geride kalarak nal toplayacaklar. 

Altı kişinin yılda bir kitap okuduğu bir ülkede doğru ve yanlışı ayırabilmek için verilerin kaynaklarını araştırabilecek, sorgulamalarla datayı test edecek bireylere, vatandaşlara ihtiyaç gözüküyor. Onun için ilk adımın iyi okuma alışkanlıklarını tesis etmek gerekliliği ön plana çıkıyor.

Ona da önce kendimizden başlamak gerekiyor herhalde. Her gün 10 sayfa okuyan bir kişinin yılda en az 18 kitap okuyabileceğini hepimiz hesap edebiliriz. O nitelikli kitapların her biri hayatımızı % 1 değiştirse, geliştirme üç yıl sonunda % 54 hayatımız, dünya görüşümüz, gelecek hayalimiz değişir ki bu inanılmaz bir dönüşüm olur.

Bu mücadele ve meydan okumaya var mısınız ?

İddaalı olanlarla üç yıl sonunda haberleşelim, o harikulade yolculuğu dinlemeyi çok ama çok isterim.

Sevgilerimle


Pazar, Ocak 16, 2022

Maslow bize Türkiye hakkında ne anlatıyor?

 “Toplumumuzda herkes, kendisine, sabit, sağlam temellere dayanan yüksek bir değer biçilmesine muhtaçtır ya da bunu ister”

Bu sözler Maslow’a ait. 

Abraham Maslow, dünyada tanınan ve “hümanist psikoloji”nin kurucusu olan önemli bir bilim insanıdır. Maslow’un  bir çok çalışması olmasına rağmen biz onu genellikle “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” ile tanıyoruz. Psikoloji ve eğitim dünyasının sıklıkla kullandığı bu piramit aradan yıllar geçse de üzerinde düşünülmeyi ve tartışılmayı hak ediyor. Öncelikle bu piramidi bir anımsamakta fayda var;      

Maslow temelde fizyolojik ihtiyaçları konumlandırır. Bunlar, yaşamak için temel ihtiyaçlardır; Yemek, su, barınma, giyim kuşam, uyumak bu kategoride yer alır.

Bir üstte yer alan güvenlik ihtiyacında sağlık, iş, mal mülk, aile vardır. Sevgi ve aidiyet katmanında, samimi ilişkiler kurma ve başkalarıyla yakınlık kurma isteği yer alır. Zirveden bir önceki adım, ” özgüven” dir. İçeriğinde, güven, başarı, başkalarından saygı görme, itibar vardır. Ve en nihayetinde Nirvana “Kendini gerçekleştirme” adımıdır. Artık bu aşamada, yaratıcılık, özgün değerler ve kendini kabul etme vardır.

Peki tüm bunların benim ülkemde ilgisi nedir? Maslow, şunu savunur; “Herhangi bir basamaktaki ihtiyaçlar karşılanmadığı sürece bir üst basamağa çıkmak mümkün değildir” der. Ülkemizde yaşanan bir çok sorunun temelinde ilk iki basamaktaki ihtiyaçların hala tam olarak karşılanmaması yatıyor. Sağlıklı beslenme, barınma, sağlık hizmetleri ile ilgili ihtiyaçlar tam karşılanamamış durumda. Çoğumuz hayat mücadelesinde ilk önce ya birinci ya da ikinci basamaktayız. Buradaki ihtiyaçları   tamamlamaya çalışıyoruz. Bu temel basamaklar tamamlanmadan sevgi ve aidiyet tarafına geçmek mümkün gözükmüyor.

Şirketlerde patronlar ve yöneticiler çalışan bağlığını arttırmak için gayret sarf ederler. Oysa çalışan daha temeldeki sorunları çözemez, barınma, yemek, giyim gibi ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda olursa şirketine nasıl bağlı olabilir? Kafasında bu temel ihtiyaçları yaşanan çalışan nasıl özgüvenli olur, hele hele nasıl kendini gerçekleşme basamağına çıkabilir? Bu pek mümkün gözükmüyor. 

Ülkeler bazında incelediğimizde de ilk iki basamakta debelenen ülkelere “gelişmekte olan ülkeler” adı veriliyor. Yurttaşlarının temel ihtiyaçları karşılanmış ülkeler özgüvenli bireyleri topluma kazandırabiliyor, katma değerli işler, yaratıcılık, inovasyon buralarda hayat buluyor.

Maslow, kendini gerçekleştirme aşamasını da şöyle tarif eder; “Kişinin düşünce ve eylemlerinin kendi özgün değerleri tarafından şekillendirildiği gerçek bir özerklik halidir. Bu aşamaya ancak alttaki tüm ihtiyaçlar giderildiğinde gelmek mümkündür. Tüm bu ihtiyaçlarımız karşılandığında, kim olduğumuzu, gerçekten neye inandığımızı, nasıl yaşamak istediğimizi açıkça görebiliriz. Tam potansiyelimize ulaştığımız bu nokta hayatın gerçek amacıdır”* der.

Sorun sistem sorunudur. Ancak sistemleri de bireyler kurgular. Sağlıklı, temel ihtiyaçları karşılanmış, özgüvenli bireylerin oluşturduğu toplumlar geleceğe güvenle bakabileceklerdir. Bireyin tüm bu yapıyı fark etmesi, kendi gelişimi için adım atması, yaptığı iş kalitesini arttırması kartopu gibi büyüyecek ve refah içinde bir toplumun temelleri atılmış olacaktır.


Kaynak: Freud bu işe ne derdi ? - İş Bankası Yayınları